26 Haziran 2017 Pazartesi

Çocuk Beslenmesi Hakkında Devrim Yaratmayacak Yazı


Çocuk 'beslemek' sorunsalı, yüzyılların konusu. Oturup burada farklı ve tüm kuralları değiştirecek açıklamalar yapacak değilim. Ancak istikrarlı olduğum yerlerin, en azından benim imkanlarımda ve evdeki çocuk modelinde işe yaradığını sabahın şu kör saatinde anlatasım geldiyse, bıraqın da anlatayım!

Ne zamandır kursağımda duruyor çocuk beslenmesi mevzusu. Çünkü bu konuda yaşadığım yerde öyle yalnızım, öyle takımsızım ki- Türkan Şoray'ın palyaço kostümündeki ağladığı o sahnedeki gibi, sürünüyorum anasınko satanko. Bayramın gelmesiyle, her yerde ulaşılabilir halde olan tüm boyalı şekerlerden, ardından ig'de gördüğüm 'AVM'lerde şekerci istemiyoruz' kampanyasından sonra, bi omuz- yalnızlığımı paylaşmak isteği duydum.

Öncelikle ben aşırı şeker aktivisti bir anne değilim. Öyleleri de var, acaip bayılıyorum. Çoğunuzun tanıdığı, benimse çok yakın zamanda keşfettiğim Devletşah var. Kendisi aslında ünlü blogger, youtuber ve TV programcısı olarak da bilinen, çok yönlü- iç açıcı bir kimse. Ancak herkes gider Mersin'e, ben giderim tersine bi insan olduğumdan, ben onu eşi Barış Özcan'ın videolarını izlerken tesadüfen keşfettim. Şekeri oğullarının hayatından olduğu gibi uzak tutmayı başarmış, bir aile onlar. Hatta, Sufi'nin doğum günlerinde, kocaman bir karpuz(!) pasta hazırlayarak, partiye davetli tüm şekersever junior kitlenin ilgisini 12'den vuran olaylara giriyorlar. Sufi doğum gününde yiyeceği karpuz pastayı günler önceden iple çekiyor, hayaliyle yaşıyor. Yediği içiyle dışıyla 'karpuz'... Karpuzlu bir şeyler değil. Karpuz dilimli, aromalı, kokulu vs değil. Normal hani 'daha karpuz kesecektik' karpuzu. Tarifi şu linkte var.

Kavun ve karpuzdan pasta

Benim şekerle ilişkim, bu seviyede değil. Tümden kesmedim. Ev çocuğuna yedirdiğim abur cuburlar var. Bunlar bir grup sağlıklı atıştırmalıklar; işlenmemiş kuru yemişler, meyveler, kuru meyveler, ev yapımı dondurma, smoothie'ler, nadiren de şekersiz hamur işleri vs.

Bir diğer grupta da gayet sağlıksız ancak 'olabilir' dediğim atıştırmalıklar; çubuk kraker, çok minimal düzeyde hazır dondurma, peti bör bisküvi, bitter ya da bitteri yoğun çikolata, hazır lor kurabiyesi,  işlenmiş kuru yemiş, evde pişen şekerli hamurlular.
En seksi abur cubur


Görüldüğü gibi oğluma radikal bir sınır çizdiğim yok; ancak ortamların parmakla gösterilen annesi (dedikodu anlamında) çocuklarına cips alıp parka götüreni değil, gelen cips teklifini reddeden olarak bizzat ben oluyorum. Şeker bayramında, ikram edilen şekeri kabul etmediğim zaman üzerime yapışan bakışlar filan oluyor. Sosyalleştiğimiz yerlerde, hazır meyve suları yerine sadece 'su' ikram edilmesini isteyince, bir uzaylı görseler ilgi daha az olurdu, garanti.

'Sizin çocuk cips yer mi' dendiğine ben..


Jelibon, şeker, cips, baharatlı krakerler, kremalı bisküviler, şekerli içecekler, meyveli sütler, şerbetli tatlılar gibi yapış yapış 'şeyleri' yemesini engelliyorum. Bunda hiçbir zaman tereddütte kalmadım, her zaman nettim. Sebebi de 'sağlıklı' beslenme değil, kötü alışkanlık oluşturmamak, şimdiden bir damak tadı inşa etmekti. Şuan kendisi 'biz şeker yemeyiz' gibi sloganlarla boy gösteriyor, ancak izin versem o da rengarenk yapış yapış dünyasında aklını yitirir, eminim. Fakat bu zamanla değişecek. Bir gün artık damak tadında bir 'şekerli limiti' oluşacak. Mesela çok tatlı şeyler, ona ağır gelecek. Ya da fikir olarak yanlış bulacak, tercih etmeyecek. Bu bilince ağır ve zor yollardan kavuşacak.


Ben bu bakış açısını kendi totomdan uydurdum. Kimse bilimsel bir yan aramasın. Bu bir inanç. Ancak elbette bu konudaki kıvrak olmayan, net tavrımla ilgili karşıma 'destekçilerden' ziyade, muhalifler çıktı dersem, aybolmaz değil mi kimseye?

  • Nasılsa ilkokulda alışacak.
  • Bir gün senin haberin olmadan harçlığıyla alacak.
  • Sen ne yaparsan boş, zamane çocukları böyle.
  • Ben korudum da ne oldu, bak kola bile içiyor.

Katılmıyorum. Evet belki arkadaş ortamının gazına gelir. Üç beş defa o da alır. Ama devamı gelmez. Bilincine büstü yapıldı çünkü ; 'Biz şeker sevmiyoruz'. Hadi en kötü senaryo olsun, yetişkin bir erkek olduğunda, ekmeğini yer bu aile kuralının. Onun tüm mutfakla olan ilişkisini bile etkiler. Bunu öngörebiliyorum.

Buralar şimdi dutluk ama ileride şeker-cips gibi şeyler yiyen çocuklara, sigara içmiş muamelesi yapılacak. Tamamen bence tabi. Nasıl şimdi eskiden otobüslerde sigara içiliyormuş ya diyip makaraya alıyoruz toplumu, benzer muhabbet boyalı şeker yiyen çocuklar üzerinden dönecek.

Makyajsız şeker

Tüm bunların yanı sıra, ev çocuğunun beslenmesi konusunda 'ne yediği değil, ne yemediği' felsefesi üzerine kurduğum tüm sofralarda, hiçbir zaman tabağındaki tüm köfteleri bitirmesini kendisinden istemiş değilim. O gün hiç sebze yememiş de olabilir, kabulüm. Bazen günlerce yumurta yemek istemediği oluyor, eyvallah çekiyorum. Aylardır balık yemediğini söylediğim herkes çocuğumun gelişimi için evhamlanıyor. Ceviz yiyor, o da okey benim için. Tek önemsediğim sağlıklı şeyler yemiyorsa bile, sağlıksız şey hiç yemesin abi. Aç kalsın, o bile uygun. Yeter ki sağlıksız damak tadı gelişmesin. Canı tatlı çektiğinde, zihninde canlanan şeker katmanları makul düzeyde olsun. Stresini yenmek için abur cubura koşmasın.

Özellikle kreşlerde çocuğunuzla ilgili tabağını bitirip bitirmediği raporlanır. Umrumda bile olmadı. Hatta menüde tavuklu pilav varsa, ve 'yemedi maalesef' şikayeti aldıysam, 'oo güzeeel' diyorum içimden. Beyaz pirinç pilavı ve ne idüğü belirsiz tavuk etinden kazancımız ne? Hiç. Onun yerine iki dilim elma yesin, mutlu olurum ben. Akşam da telafisini yaparım evde.

Kısacası oğlumun ne yediği çok umrumda değil. Ne yemediği, üzerinde çalıştığım bir alan. Yoksa derdimiz yanaklarından sağlık fışkıran bebe projesi oluşturmak değil. Ben ki günü kurtarmak için az mı fakir sofralar kuruyorum, besin piramidini ters döndüren günlerden geçiyorum. Hastalık günleri var... Rüşvete ihtiyaç duyulan anlar var. Kurallarım değişmiyor. En çılgın kaçamaklar bile eser miktarda 'garip yapışkan şeker' içermiyor. Çünkü hedefimiz damak tadı. Hedefimiz kötü alışkanlıklar savaşı.

Sonuç?

Maalesef annem ve ev erkeği hariç kimseyle bu konuda ekip olamıyorum. Ortamda gerginlik rüzgarları esiyor, kaçınılmaz şekilde. Kreş, park, toplu taşımalar, arkadaş buluşmaları... Hatta çocuk susturmak için şeker silahını kullanan doktorlar! Hepsinde 'aşırı takıntılı anne' etiketini tam ense köküme kadar yiyorum. Açıklama yap, rica et, gönül al, yanlış anlaşılıp anlaşılmadığını kontrol et. Hep bu döngü. Fakat değer. Çünkü ev çocuğunun şeker konusunda damak tadı şekillenmeye başladı bile. Kendi doğum gününde dahi, hiçbir pastadan ikinci çataldan fazlasını alamıyor. Bir kez ben müdahale edemeden, ikram edilen jelibondan yemiş bulundu ve onun o çok 'çiğnenme' hissine şaşırması dışında, 'zevk' almadı. Bir daha da marketlerde görmesine rağmen istemedi. 'Bu jelibon muuğğ' diye soruyor, o kadar. Konu kapanıyor. Hazır dondurma veriyorum çok az, ama içine taze meyve koyuyorum. Baskın tat yine meyve oluyor, aslında.

Etrafımızda bir çok iyi gıda var. Hangisini yemek istiyorsa, onu yesin bence veletler. Kendimizi 'yeterince semizotu yemiyor' diye üzmemize gerek yok. İsterse sadece salatalık kemirerek 'yeşil' ihtiyacını karşılasın ama yeter ki ağzı kremalı, yumuşak, şekerli ve asitli tatlar aramasın. Belki günü kurtarıyor ama tartışmasız geleceğe de borç yazıyor.

Sağlıklı beslenmeden şunu anlamasak artık?

Çocuk beslenmesi konusunda okuduğum en iyi kaynağı şuraya not düşmeden de bu yazıyı bitirmiyim. Bu kocaman uzun yazıyı baştan sona okuyanlar olduysa, kalpten bir kahve!








3 Haziran 2017 Cumartesi

En çok kim yoruluyor? Çalışan mı çalışmayan mı?


Konu yine aynı klasmanda: Analık.

Çalışmak ya da çalışmamak. Şimdilik işin bu kısmını bir kenara koyalım ve hep beraber yorgunluk-yorulmak-yorulayazmak-yorgunsamak gibi konulara bir dönüp bakalım.

Beyinde asılı duran 'yorgunluk'

Kendimle yaptığım önceki etütlerde anneliğin meğerse kutsal bir şey olmadığı konusunu işlemiştim. Temamız, sorumluluk almaktı. Doğumdan itibaren uzanan sorumluluklar listesi, o listelerin update edilmesi, her ne kadar eş/kreş/anane-babane gibi kanallara bölünse de kontrol merkezinin 'anne' organında toplanıyor olması, bizim fon rengimiz olsun. Bakınız buraya kadar olan kısımda, çamaşır yıkamaktan, yemek pişirmekten, bok temizlemekten filan bahsetmedim bile. Yani siz sarayınızda yaşayan bir leydi bile olsanız, sorumluluk sahibi olma zorunluluğu sizin kaderiniz.

Yorgunluk loading... Şimdi her şeyi bu fon rengi üzerine çizmeye başlayalım.

Anne ve baba olmanın tüm sorumluluğu Kemalettin Tuğcu öykülerindeki gibi 'doyurmak, sıcak tutmak, yatacak yer bulmak' değil. Anneannemin zamanında da böyle değilmiş. O zaman da 'eğitimli bireyler olsunlar, kendi ayakları üzerinde dursunlar' alt motivasyonu ile kırbaçlıyormuş analar kendilerini. Zira anneannemin 7 kızını o fakirlikte kendi deyimiyle 'meydana çıkarabilmesinin' başka motivasyonla imkanı yok. Fakat tüm bunlar 'sorumluluk almak, kendine borçlanmak, kafada 4 bin tilki gezdirmek' kategorisiyle zihnimize yorgunluk parkesini baştan seriyor zaten. Yorgunluk % 65 loading...

Bakın buraya kadar hala çamaşır yıkamak, yemek pişirmek ve bok temizlemekten bahsetmedim.

Bizim neslin anneleri ise, daha farklı. Uzmanların kırbaçlarıyla hepimizin ödü totosuna karışıyor. Uyku, beslenme, oyun, aile içi iletişim gibi tamamen bize ait alanlarımızı bir sürü uzman quotes'ları doldurmuş, en rahat olmamız ve en çok keyif almamız gereken anlarımızı şüphe/tedirginlik/koltukaltı terlemesiyle bölüşür olmuşuz. Yorgunluk %85 loading...

Şöyle doya doya oğlumla uyumam (yoksa uyku eğitimi yok mu), beraber keyifle bir şeyler yememiz (organik mi o yımırta?), kafamıza göre takılmamız (montessori oyunları lütfeen) anneliğimin anca 3. yılında mümkün oldu. Tabi karşıma 'çok kasıyorsun, ben rahatım o konularda' diyen argadaşlar da çıktı. O rahatlığın da, aslında rahatlık olmadığını anlamak için biraz dikkatli bakmak yeterliydi.

'Ben çok rahadım'

Kafamızda doğrular, yanlışlar, ön yargılar, elti deneyimleri, fenomen görselleri, komşu fikirleri, kayınvalide görüşleri çınlıyorken, nasıl yorgunluğumuzu atacağız?  Çocuk büyütme serüveninde yorgunluğu çalışan-çalışmayan anne yelpazesinde değerlendirmek, çok boş. Bir kere her çalışan anne modeli bir mi?

Sevmediği işte çalışanı var, mutsuz evliliği olanı var, işten eve iki saatte ulaşanı var, çocuğunda sağlık problemi olanı var, kendi sağlık sorunu olanı var, hiçbir aile desteği görmeyeni var. Başka? Bayılarak işe gideni de var, o işteyken çocuğu cillop gibi takılanı, işten eve hop 15 dakikada ulaşanı, hafta sonları free olanı, akşam yemeğine hazır konanı, temizlikçiye bütçe ayıranı.

Her çalışmayan anne bir mi?

Evde çok çocukla yardımsız olanı var, üzerine bir de hasta-yaşlı aile üyesi bakanı var, kocası kendisinden mükellef ev hanımlığı bekleyeni, 4 çeşit yemek alternatifi görmeden sofrada surat ekşiteni var. Başka? Ekonomik sıkıntıda olmayıp, çocuklarla keyifli aksiyonlara girebileni var, tatillere gidebileni, bunları instoşa yükleyeni, çocukları başka aile üyesine emanet edebilip cilt bakımına uçabileni, hatta kreşe gönderip tüm gün evde rahatça işlerini halledebileni var.

'İşkur'a başvurdum janım yaa, çalışmayan hala olmak çok zor'

Milyonlarca farklı konum, mod, ortam. Bir örnek vereyim. Kıbrıs'ta üst katımızda, tek kişilik dairelerde bir aile yaşıyordu. Çocuktan sonra kadın kişi çalışmayı bırakmak zorunda kalmıştı ve durumları pek parlak değildi. Bir gün ben bir şey için(neydi hatırlamıyorum) ev çocuğunu da alıp, evlerine ziyarete gitmiştim. Bizimkinden 1 yaş büyük oğlu var. Yaz sıcağıydı. Abi o Kıbrıs leş sıcağında o evde klima yoktu ve bunun ne demek olduğunu hiç Kıbrıs yazı yaşamamış olana anlatamam ben. Kadın o halde, hamileydi üstelik, o toddler kıvamlı bebesine, tek kişilik dairelerinde bakıyordu. Bu da çalışmayan anne ve 'kim daha çok yoruluyor' sorusuyla incelenecek gibi değildi durumu.

Yaani, çalışan anne-çalışmayan anne yoktur bence. Hayatlar vardır. Bazıları için hayat biraz kolay olabilir; bazıları için daha ağır geçer. İki elimiz kanda olsa alışırız bak hayatımıza, bu da var. Ama yorgunluk? Kim daha çok yoruluyor, bilemem. Ama daha az yorulanı, kesinlikle severek eylemde bulunanlar. İşe severek giden, evde severek kalan... Sevmek, istemek, ihtiyaç hissetmek. Bu durumda, konu hakkında ahkam kesen, çalışırken çalışmayana- çalışmazken çalışana beylik sözler söyleyen gadınlara gadınlarımıza kulak verirken, oradan yalınayak kaçasım geliyor.

Çalışmaya başladığımdan beri hiç yorulmuyorum ben. Yavruma akşam taze enerjimle kavuşuyorum. Şanslıyım ki yemeğimi pişiren bir eşim var. Hatta doğru koordinatları girersem, hafta içi temizliği de halleden. Annem var, yavrum hastayken ona bakan. Şuan inanın tek vazifem, hayatımdan zevk almak. Daha ne olsun?

Kısaca; çalışmazken evde daha çok yoruluyordum. Daha tembel ve eylemsiz olmama rağmen. Çünkü yorgunluk beyinde asılı duran o kaostur (bakınız ilk görsel) Mutfak tezgahı da her an pırıl pırıl olmasın bi zahmet.

Yorgunluk gahvesi evladım



Benim içim geçmiş diyenlere: Wanderlust!

Benim içim geçmiş, kurumuşum diyen bir kadın karakterin, evliliğinde nasıl cinsellikten soğuduğunu, öbüşmeye mesafe koyduğunu, her ne zaman ...