19 Aralık 2018 Çarşamba

Annelere el vermeyin!

Sana da oluyor mu bilmem. Çocuklu kadınım diye bana bi panik, bi hassasiyet.

'Çocuk var tabi canım ya, yapamaman normal'
'Annesin sen, yorma kendini'
'Bak Kahve sen hiç kıpırdama, ben geleyim tamam mı? Otobüse binme sen, çocuk var'
'Hayatım kolay mı senin işin, yazık sana da ya, ağlasana biraz, rahatlarsın'

Hayır hiç de yakınan biri değilimdir. Pardon, arada yakınırım tabi ama konu genelde çocuk, koca, ev işleri üçgeninde olmaz. Hatta son 2 senedir, sohbetimde çocuğu malzeme olarak bile kullanmıyorum. Hiçbir yerden geri kalmıyorum, her boka burnumu sokuyor, canımın istediği planı yapıyorum. Yine de kutsalım yine de demincek doğum yapmış taze anne yaftasını alnımda taşıyorum. Yani, şey desem yerler: 'Çocuk uyutmadı akşam hayatııım, ay memeden ayrılmadı, canım da çok fena erik aşerdi, alıp gelsen, biraz da çocuğu kucağında sallarsın?' 

Belki hemen taksiye atlayıp gelmese de 5 yaşına gelmiş danacıkla ilgili böyle konuştuğum için beni delirmiş bulmaz.

Ne zaman böyle olduk diye düşünürken, kendime tahmini bir tarih verebildim. Anneliği trend mesleğe oturttuğumuz yıllarda başladı bu. Benim lise yıllarım. Bu temada karikatürler, istatistik bilgiler (bir anne günde kaç saat çalışıyor?), şiirler ve ciddi uzman demeçlerinin medyada yer almasıyla bizlere anneliğe saygı duymanın, namaz kılmakla eş değer sevap puanı kazandıracağı fikri aşılanmıştı. Çünkü ülkede konuşulmayan konu başlıklarından en büyüğü, kadınlardı. Derin bir boşluk... Konuşuldu ama yine acıklı ve dramatik tonda. Aslına bakarsan, blogcu anne'ye kadar bu konuda gerçekçi içerik üreten kimse olmadı. Bence. 

Bir toplantı yapıcaz örneğin. Ama senin çocuk var, zor olmayacak mı senin için? Şimdi bu sorunun empati yapmakla ilgisi olduğuna ben inanmıyorum. Karşında engelli bir birey olsa da aynı şeyi söyleyebilir misin? Ailesi çok muhafazakar biri olsa? Anksiyetesi olan biri?

Canım sende panik atak vardı, tutmasın orda krizin?

Arkadaşlarınla oturmuş, geyik çeviriyorsun. Sonra konu, içinde kalan- yapamadığın birkaç hayaline geliyor. Bu hayalini yapamadıysan anne olduğun için değil, totonu kaldırıp gerçekleştiremediğin için yapmamışsın. Ama içlerinden biri dudak büzüp, sana güya el veriyor: 'Canım ya, annesin sen, tabi ki yapamaman kadar doğal bişi yok hödö hödö'

Birine saygı duymak, ondan öyle bir talep gelmediği halde, o kişiyle ilgili yersiz kibarlık yapmak değil, unutalım bunu. Saygı duymak, karşındakini yetişkin yerine koymaktır. Bırakın, insanlar kendi yapabilecekleri / yapamayacaklarıyla ilgili gereken bilgiyi, ihtiyaç varsa, paylaşsınlar. 

Hepimizin hayatı öyle ya da böyle zor. Baş etmek ya da zorlanmak, kendi merdiven altı çabamızla ilgili. Bugüne kadar olanın tam aksini söylemek istiyorum: Anne olana el vermeyin. Anne olana gün verin. Yani normal randevu. Kime nasıl uygunsa öyle buluşun. Kimse kimseye lüzumsuz kibarlık yapmasın. Virüslü değil o, çocuklu.


annelerin de boş geçen, anlamsız zamanları vardır. bazen de böyle boş ve anlamlı!

25 Eylül 2018 Salı

Ebeveynliğin neredeyse 5. yılında hala acemisi olduğum işler

Ne sanıyordun Kahve? Aslında ebeveynlikte sonunda öğrenebildiğim şeyler olduğu için sevinmem lazım. Çünkü biliyorsun sürekli güncelleme geliyor çocuk evrenine. Ay ve haftalar içinde değişimi geçtim, aynı ailedeki iki çocuğun gelişim süreci bile çok farklı olabiliyor. Kısacası bu anneliğin uzmanlaşma şansı yok blog. Uzmanlaştığn şey, bir ilacın kullanımı ya da ne bileyim işte hangi yemeği hızlı hazırlarım, oyun seçenekleri, iyi okul nedir sorunsalı vs.

Benim hala acemisi olduğum başlıklar. TadadaDAM!

1) Çiş Yaptıramamak

İstediğim kadar işi iyi kıvırayım. Tek başıma bir sürü badireler atlatayım çocukla, yine de bi çişe yollayamıyorum iyi mi? Yok anacım, hala ikna etmenin yolunu bulamadım. Her sabah 72 dakka 'hadi oğlum çiş, el yüz yıkama' çilesi. Bazen sonu ağlamayla bitiyor. Bazen ikna oluyor ve bu kısmı ilginç bak: uzun uzun şarıl sarıl işiyor. Yani o çiş var, orada duruyor, peki neden beni yalvartmak?

2) O Balığı Yedirememek

O balığı yemiyor arkadaş. Ne yapsam yemiyor. Yerdi bu çocuk. Daha 1 buçuk yaşındaydı. Bir gün yanlışlıkla minik minicik bir kılçığa denk geldi ve DAN! Yıllardır yemiyor anasıngo satango. Bu konuda ne yapsam, ne hileler kullansam, üst akıl seviyemde çareler düşünsem bile ıı-ııh. Olmadı yar. O gün bugündür ne zaman balık yiyen çocuk görsem bir yıldız kayar gökyüzünden, gözlerim dolar, akşamına mutlaka kederlenirim.

3) Parmak Konusu

Konuşuyoruz, harekete geçiyoruz. Ama maalesef henüz bıraktıramadım parmak emmesini. En azından sadece uykuda yapıyor. Uykuya geçişte, uyanıkken emmeyi bıraktı. Bu konuda bir uzmanlık sağlayamadım, hala acemiyim. Kaçırıyorum fırsatları, rehberlik edemedim. Birkaç kez güzel fırsat geldi elime, değerlendiremedim. 5 yaş doğum gününe kadar çözebilsek ne iyi olur.

4) Kriz Yönetememek

Bu konuda hala üst level olamadım, olacak gibi de durmuyorum, olanlar var görüyorum, gözümden kaçmıyor. Hasta olduğumda, tatile çıkarken, ne bileyim ekstra bir hareketlilik-olağandışılık varken, baya bi taklaya geliyoruz. Aş olmuyor evde aş. Açlık oyunları dönüyor evde. Sabahtan kalma simiti koparıp duruyor herkes, mutfağa gire çıka. Simitin sonuna doğru bi yarış başlıyor, kim koparacak diye. Dışardan mı söylesek, annemde yemek var mıdır seçenekleri de gözden geçiriliyor illa ki. Saçma usül makarnalar ya da beynir ehmek felan da aş niyetine yenilebiliyor. Olur öyle deme blog, ben kriz zamanlarında çocuğu yıkayamadığımı, artık yavrumun kafa kokusunu buram buram aldığımı bilirim ajgfaghagf.

5) Ağlama Nöbetleri

Kaç yıllık anneyim, hala çocuğun hangi klasmanda ağladığını çözemiyorum. Bazen aşırı yorgunluk ağlaması oluyor, o zaman derdi kucak oluyor, sarılınca sakinliyor. Hastaysa, uzatarak ağlıyor ve kesinlikle uyku istiyor. Uykusu varsa, mızırdanmalı tür dediğimiz ağlama ve alınma hali oluyor, o zaman da duşunu aldırıp uykuya geçiş yapmak lazım, saat erkense bile kitap okumak filan lazım. Bir bakıyorsun açlıktan ağlıyor ama aklına aç olduğunu söylemek gelmiyor, bu ihtimali göz önünde bulundurmak lazım. Bunun için aç mısın evladım sorusu yetmiyor, önüne aş koymak ve geri çekilip izlemek lazım. Durmaksızın yerse ve aniden neşelenirse, doğru hamle. Zamanında anlamazsan ve gecikirsen vay halime. Erken menapoz sebebi.

Daha düşünsem neler çıkar neler. Aklıma geldikçe eklerim.

20 Eylül 2018 Perşembe

Dünyamın Küçüldüğünü Anlamama Yardımcı Olan Şeyler

Dünya kocaman bir yer. Metaforik olarak düşünce sistemimizi ne güzel temsil ediyor, dünya ifadesi. Şöyle bir düşünüyorum da bazen dünyam çok küçük oluyor. 'Ay onun dünyası çok küçük' dediğin insanlardan biri de ben oluyorum. Senin olmuyor mu? Dünyam küçüldükçe, bazı ön belirtileri fark ediyorum. Bu yazıda tam da bunları derliycem blog.

1- Empati yoksunluğu

Maalesef dünyası küçülen her insan gibi ben de farklı açılardan bakabilme esnekliğimi yitiriyorum. Sohbet ettiğim insanların arkasından 'niye öyle yapmış ki, çok saçma' şeklinde iç gıybetler döndürüyorum. Başkalarının tercihleri, istekleri, yaşam biçimleri bana çok da şey gelmiyor. Çok da şey. Anladın işte. Kendi perspektifimden değerlendiriyorum, yargılıyorum çünkü. Onun cephesinden, evrensel bakış açılarından bakma özelliğimi kaybediyorum.

2- Aynı yüzler aynı geyikler

Dünyam küçülünce, hep aynı çevreden oluşan bir güruhla iletişimde olduğumu fark ettim. Örneğin, parktaki anneler babalar. Konular aynı, geyikler aynı, orda patlayacak espiriler aynı.. Çile gibi. Ama oldukça güvenli ve çalıştığım yerlerden tabi. Küçük dünyamda kendimi güvende hissedebiliyorum öyle zamanlarda.

3- Yeni şeylere üşenme

Sarı çizgiyi geçmek istemiyorum dünyam küçülünce. Bildiğim sınırların dışında herhangi bir şey yapmak istemiyorum. Yeni bir aktivite her zaman 'sorun olma ihtimali' taşıyor. Kesin hasta oluruz, düşeriz, kaza yaparız, mahvoluruz şeklinde standart bahanelerim devreye giriyor ve müthiş bir şekilde benim yeni şeyler denememi engelliyor.

4- İçimde sıkıntı var klişesi

Bunu bildin mi? Ay içimde bi sıkıntı var... Bunu dönem dönem hepimiz dedik. O içimizdeki çıbanımsı sıkıntının aslında 'dünyası küçük insan' duygusu olduğundan eminim. Bunun sebebi yaşamında inişler çıkışlar, uç hisler ya da farklı deneyimler olmamasından. Kendi dünyasındaki minik zaferler yeterli geliyor ona. Ah seni küçük dünyalı..

5- Kendini ayıplamak

Bu aslında küçük dünyalılığın katilidir. Zamanı geldiğinde, kişiyi küçük dünyasından koparıp atacak tek aşamadır. Küçük dünyalı kişi başkalarına empati geliştiremediği gibi, kendisiyle de empati kuramaz. İlgisiz ve sınırlayıcı davranmaya kalkar. Kendisini küçük dünyasına yaraşır şekilde, düz - sorunsuz- olduğu kadar görmek ister. Ama hayat! Daha fazlasını istetir bize, değil mi? O zaman gelsin sorgulamalar, yağsın kişisel gelişim kitapları, dolsun taşsın insanı anlama arayışları, coşsun empati yaklaşımları...

Dünyam küçüldüğünde, kendimde hissettiklerim bunlar. Bende dönem dönem oluyor. Kısa sürüyor çünkü ben kendini ayıplama aşamasına hızlı geliyorum akjdgaag. Fakat ne zaman yerel duygularımdan evrensel bir platforma sıçrıyorum, düşüncelerim şehirlerarası çalışıyor, meraklarım uluslararasına taşıyor; işte o zaman ben dünyamı çok seviyorum.

Yakınlarda küçük dünyamdan kurtulma yöntemlerimi yazayım. Sevdim bu içsel dökülmeleri.


Not: Gün içinde yine yorumlara damlıcam <3

12 Eylül 2018 Çarşamba

Türk filmi replikleriyle ebeveynlikte ilk 4 yıl



Ebeveynlik, hangi sanatla daha iyi ifade edilir, dersen, kesinlikle sinema. Özellikle Türk sineması, bütün annelik dilini bir çırpıda özetleyen repliklerle dolu, yol gösterici, eğitici bir platform.

Gel, beraber inceleyelim.

Anneliğin siftahını yaptığımız o kutsal olduğu iddia edilen bebeğimizle tanışma anında sinema dilinde aslında neler söylemek isteriz?

Çeşitli Türk filmlerinden:

Doğum

'Oh ne saadet' (doğum bitti)
'Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da..' (fakat memeyi almıyor?)
'Hayır Tamer.. olaylar sandığın gibi değil' (emzirmeye çabalarken, eşin gözünden tüm çekiciliğini yitirmiş gibi hissetmek)
'Az kazanıyorum belki ama namusumla, alnımın teriyle kazanıyorum' (pompayla süt sağmaya çalışırken)

6 Aylıkken

'Benim de senin yaşlarında bir oğlum vardı evladım' (uykusuzluktan evde bebeği tanımamak)
'Nolur gerçeği söyleyin doktor, yaşayacak mıyım?' (bebek için gidilen rutin kontrollerde, doktora sorulmak istenen)
'Bu ses.. bu ses, olamaz.. git, git burdan...' (12. kez uykuya geri döndürülen bebeğin, 13. (pardon 14 müydü? ) yeniden ağlayarak uyanması')

1 Yaş

'- Bundan sonra ne istersem yapacaksın, yoksa kendimi öldürürüm, sebebinin de sen olduğunu mektubumda yazarım. - Hayır yapamazsın, yaparsan seni öldürürüm. ' (bi yese ve bi düzenli uyusa, her şey çok güzel olacak, derdi ne bu çocuğun, mahsus mu yapıyor?)

'Söyle kaç para istiyorsun?' (uyumuyor ya, neden ya?)

'Samet onu seçmişti, babasını seçmişti' (baba-ba-ba seslerini çok seviyor, taksicilere baba diyor)

'Vücuduma sahip olabilirsin ama ruhuma asla' (tohalete gidemiyorum yhaa)

2 Yaş

'Karda donmak üzeresin, uyumak sana tatlı geliyor ama sen ölmek üzere olduğunu farkında değilsin' (başlarım 2 yaş sendromuna oğlumm sarkma ordan aşaa, çok tehlikeli, aaa koşma aniden yola arabalar varr)

'- Baba düşündüm taşındım, ya bana ismeti alırsın, ya da çeker giderim bu evden. - Hayır, şimdi gideceksin, defol evimden. - Baba istemiyorsan gitmiyim.' (hayır diyince geri adım atmak yoktu diymi, çikolataya hayır dedik bi kere, napsak kafasını da vuruyor marketin raflarına, gel gofret alayım mı hığğ)

'-Neden ağlıyorsun annecim? -Hayır ağlamıyorum yavrum gözüme toz kaçtı' (bezi bırakana kadar yerlerde hep çiş sızıntısı mı olacak böyle amk, neyse kızmıyoruz diymi, travma filan hani?)

3 Yaş

'Sen mi büyüksün, ben mi büyüğüm, ben yaşar usta, sen benim yanımda bir hiçsin anlıyor musun' (artık ipleri elime alıyorum, disiplin lazım, ne demek her gün yatağımıza gelmek?)

'Yok be anne bu benim baryamım değil, benim baryamımı ben gözünden tanırım, erif baktımı gözümün içine, içim titrerdi, canım erifi çekerdi' (çocuk yine hasta, huyu bozuldu, değişti, gitti lokum gibi çocuk)

'Seni hiç sevmiyorum süt oğlan.. babanı da sevmezdim zaten' (huylar babaya çekmiş, ay yok kayınvalideye çekmiş)

'Olmadı Neriman.. Yapamadım, seni unutamadım' (kreşten alırken, ilk günler)

4 Yaş

'Gulyabani diye bi'şey yoktur, olamaaaaz, ama olabilir deeee' (hayalet ne, canavar ne, allah ne, ölüm ne, camide nabılır, kadın erkeğin dudağından neden öber, ben de sizinle evlenecek miyim soruları karşısında)

'Evlenince pembe panjurlu evimiz olacak' (bu gece erken uyursa, dizi keyfi yapıcam)

'Yıkıl karşımdan' (bu yaşta merdivenlerde kucak istediğinde)

'Adam sanmıştım seni, meğer et parçası peşinde koşar dururmuşsun' (merdivenleri ceylan gibi sekerek çıkmasını, göz hizasına inip kurduğum doğru iletişimden zannederken. meğerse bi dondurma daha fazla yemek için (ya da çıkarında ne varsa) yaptığını anladığımda)

'-Hayattaki idealiniz nedir? -Hayatta bir idealim yok, televizyonun taksiti bitsin, inşallah onu da alıcaz' (ay bi büyüsün de)


***
İşte ilk 4 senenin özeti böyleydi. Bakalım gelecekte bizi hangi türk filmi klişeleri bekliyor?



Replikleri hafızamdan yazmadım. Ekşi Sözlük'ten faydalandım. 

17 Mart 2018 Cumartesi

Bunları öğren oğlum, beni tanı oğlum!

Annelikte ilk 4 seneyi devirdikten sonra, kazandığım bazı tatlı yeteneklerden biri de, 'her şeyi yapabilen anne' olmaya çalışmaktan vazgeçmek.

Ben misal, daha önce kendimi 'Çocuğum Çok Şanslı Çünkü Ben..' diyerek, zaten şefkatle karşılamış, olduğum halimi kabul buyurmuş, iyi kısımlarımı pohpohlamıştım. Şimdi de, işi biraz daha ileriye taşıyarak, annelikte neleri yapıp-yapamayacağımı dürüst şekilde önce kendime, sonra çevremdekilere duyuruyorum.

Örneğin, sabah erkenden oğlumla uyanıp, hoş bir kahvaltı hazırlayıp, çene çalmak, kitap okumak; yaparken keyif aldığım türden bir aktivite.
Ancak kahvaltı sonrası 'hadi anne arabacılık' dendiğinde, üzgünüm; ben ARABACILIK OYNAMAYI SEVMİYORUM tatlı kuşum, napayım? Çocukken de ilgim yoktu, şimdi de ilgim yok. Elime o sıkıcı arabaları alıp, oynamak için yanına bağdaş kurduğumda kendimi de aşırı sıkıcı hissediyorum evladım, anlaştık mı?

Oğlumla beraber sokaklarda gezmeyi, ağaçları bitkileri incelemeyi, markete uğrayıp alışveriş yapmayı, parkta vakit geçirmeyi çok seviyorum. Hiç sıkılmam. Fakat, gel gör ki beraber apartman merdivenlerini çıkmak bana kan kusturuyor. Orada aşırı sabırsız birine dönüşüyorum ve herhangi bir talebi olumlu karşılayamıyorum. O merdivenler çıkılacak, bitti.

Aynı kitapları defalarca okumak, masal uydurup onları canlandırmak, dergileri karıştırmak, bana da çok iyi geliyor. Eğleniyorum. Ancak çizgi film saatinde vasat seslendirmelerle hazırlanmış, dandik senaryolu, itici karakterlerle sunulan çizgi filmler, bende tırnağı tahtaya sürtme hissi uyandırıyor. Nefret ediyorum. Hele o müzikleri... Bu yüzden o çok istediğin çizgi filmleri seninle oturup, keyifle izleyemiyorum canım oğlum. Kusura bakma artık.

Seni yıkamayı, tırnaklarını kesmeyi, saçlarını şekle sokmayı, yatağında sana eşlik edip elinden tutmayı hiçbir şeye değişmem, çok zevkli. Fakat maalesef başucunda uyumanı beklemeyi sevmiyorum canım oğlum. Çünkü benim de yapmak istediğim başka şeyler var o sırada; kitap okumak, bulaşıkları halletmek, dizi izlemek vs. Lütfen bensiz uyumaya alış artık olmaz mı? Beraber yatağa girebiliriz, biraz elinden tutabilirim evet. Fakat sonra veda öpücüğünü verip, yanından ayrılmak istiyorum. Bu konuda netim. Biliyorsun bazen bu uyku süresini sırf çene çalmak için 1 saate kadar uzatıyorsun, bu durum bende çıbanlar çıkarıyor, uyuz oluyorum.

Sözünü kesmemeyi, sen ne dersen elimizde kağıt-kalem 'nerdeyse' notlar alır gibi dinlemeyi, kendimize şiar edindiydik. Biliyorsun. Doğduğundan beri hem de... İlk 'gık' sesini bile saygıyla dinlemiştik. Fakat babanla bir şeyler konuşurken, sözümüzü kesme çabaların, kendini duyuramadıkça da sesini olabildiğince rahatsız edici şekilde yükseltiyor oluşun, bize sağdan soldan geliyor, haberin olsun. Söz kesmeyeceksin evladım. Anneliğimde değişen önemli bir kısım: Ben sana saygı duyuyorum, senden de benzerini bekliyorum, kapiş beybi?

Yapboza, legoya saatlerce okeyim ama seninle evin içinde yarış yapmaya yokum. Çünkü sevmiyorum oğlum, farkında mısın? Fark etmiş miydin? Babanla oyna. Ya da arkadaşlarınla... Ben hiç eğlenmiyorum yarış yaparken. Aksiyonlu oyunlarda da aşırı sıkıldığımı söylemeliyim. Ama eğer istersen, figürlerinle maceralı bir ortam kurup, onlarla hikaye oluşturabiliriz. Uzayda geçebilir maceramız mesela...

Bunları öğren oğlum, beni tanı oğlum. Israr etmekten vazgeçersen, benim yapabildiklerimle yetinmeyi becerebilirsen, çok eğleniriz bak oğlum. Arabacılık deme oğlum, yapma oğlum, kırmızı arabayı bana uzatma oğlum, kim hangi takımda yani anlamadım oğlum, yine beni geçiyosun yarışta- ben geçsem hemen mızıkçılık yapıyosun oğlum, yeterin oğlum!









5 Şubat 2018 Pazartesi

Analıkta Varoluşsal Sorunlar


Eğer elini kolunu analığa bir kaptırdıysan, en sık büründüğün pozisyon afedersin 'domalmak' oluyor. Bu domalma pozisyonu yavaş yavaş gelişiyor tabi, hemen ilk günden değil. Önce ilk adımları için eğilerek ellerinden tuttuğun velede uyum sağliyim derken vücudun bükülüyor. Sonra da işte hayat. Gerisi geliyor. O nazikçe yere çömelen genç kız, domalarak iş yapan tarlacı teyzeye dönüşüvermiş. Geçen özendim; botlar, mini şort ve salaş bir üst başla, öyle bi hoş olayım dedim. Tarzımı sevmişim, aynalarda kendime bakıp duruyorum filan... Sonra ailecek dışarıya çıktık. Yok burnu aktı, yok atkısı çıktı, yok sırtı terledi derken farkında olmadan bedenim dönüşüm geçirmiş bile. Bi baktım kendime ben yine domalmışım, ağzım da Umut Sarıkaya çizimlerindeki gibi çemçük olmuş, çocuun bellerini topluyorum. Yemin ederim annelik yaparken havalı olmak ödem yapıyor bende. Olmuyor. 

kadınlarda 'anne' olmayla gelişen 'domalma' pozisyonu

Bir de bu annelik çok feci bir olay ya. Abartı şekilde psikolojik bir mevzu. Örneğin dışarıda top oynuyorsunuz. Üç kişi, ayakla top atışları yapma oyunu. Ben babasına, babası ona, o bana gibi böyle rastgele atışlar. Ben ne zaman ev erkeğine atsam, o top yamuk. Uçuyo gidiyo tee nerelere. Yandan geçen adamın kafasına çarpıyo, koca parktaki tek su birikintisine giriyor filan... Ama oğluma atış yapıyorsam, her seferinde başarıyla önüne servis ediyorum o topu. Aman evladım yorulmasın, onun için en iyisi neyse o olsun psikolojisi değilse nedir bu... Ya da uykusu gayet ağır olan biri olarak, evladımın sessiz osuruklarını bile duyuyor olmam geceleri?


Gelelim diğer konuya. Şu yukarıdaki resimde sen ne görüyorsun bilmiyorum ama ben bir dram görüyorum... Anneliği 4 sene sonra bile hala tanımlamaya çalışadurayım, yapılacak en büyük kazımlığı yapmışım, bu hafta fark ettim. Ev çocuunu tüketim kültürünün hırçın delikanlılarından biri haline getirmişim. Memnuniyetsiz, talepkar ve sürekli sıkılan biri.

İstersen jelibon salatası yapiyim? Nutella havuzuna ne dersin? 
Her şey hasta olduğunda başladı aslında. Hastalık zamanlarını bilirsin. Çocuun huyları, ters yüz olur. Daha çok çizgi film ve daha çok atıştırmalık klasmanındaki gıdalara izin vardır. Arkasından benim koşturmalarım yüzünden, kreş dönüşü sokakta hiç durmadık. Onu ikna etmek için birkaç kez kırtasiyeden minik bir şey alma rüşveti verdim. Bu sadece 2 kez oldu ama her gün kırtasiye konusunda şansını denedi.

Arkasından ev erkeği, yolculuk öncesi ona çok sevdiği 4 adet Harika Kanatlar figürlerinden aldı. Ve bence aşırı pahalıydı. Bizim normalimize göre, o oyuncak alındıysa, daha 2 ay bi'şey alınmamalı, o derece çok gereksiz para. Ve sonra yolculuğa çıktık. Her gittiğimiz yerde, ev çocuğuna özel sürprizler.. hediyeler.. oyuncaklar.. Sonra ben bir yerde zayıflık yaptım. Yolculuk sırasında 1 günlük ateşlenmişti. Ve ona yollarda yıprık oldu diye üzülüp, çok istediği bir jeep'i almıştım. Bunu yapma sebebim tamamen 'eyvah çocuum karda kışta yollarda güçsüz kaldı' evhamım aslında.. Tanıdın bu hissi değil mi?

Çok saçma.

Ve şimdi geldiğimiz nokta; hafta sonu sabahı yatakta durmuş, tavana bakarak şöyle diyordu:

'Off anne, salonda yeni hiçbir şey yok'
'Nee hö? Yok tabi.'
'Ama ben yeni şeyler olmadığında çok sıkılıyorum anneeeee'

Ve o gün boyunca Harika Kanatlar'ın Donnie figürünün sesli ve ışıklı olanını istedi bizden. Bazen ısrarcı, bazen yakalalıkla, bazen kederli... Biz anladık gidişatı ve net bir konuşma yaptık. Maalesef babası geçen aydan lego alma sözü vermişti. Yaz gelene kadar sadece lego alabiliriz, başka bir şey alamayız diye anlattık. Hem evdeki oyuncaklar koca bir sınıf çocuğa bile yeterdi, onlarla neler neler oynardık, ayrıca çok fazla oyuncak almayı doğru bulmuyorduk, elimizdekiler de harikaydı zaten, üstelik çok da para harcamıştık oyuncağa.. hepsini anlattık.

Donnie bu işte...
Yine de şansını defalarca denedi. Lego yerine Donnie olmaz mı diye... Ben oyumu 'hayır' olarak kullandım. Babası 'o zaman lego almayız' dedi. Sanki legoyu çok salladığı var şuan. Donnie dediği oyuncakla oynama süresi toplam 10 saat filan olacak. Biliyorum. Ayrıca çok pahalı. Açık açık söyledim fikirlerimi... Ev erkeği de bana katıldı. Sonra nasıl olduysa ev çocuu da ikna oldu. Onun yerine küçük legolarına yeni parçalar alıp, istediği oyuncağı kendi yapabilirdi. Fakat bu kez de hemen o gün alınsın istiyordu. Hayır, dedik tabi ki, biraz beklemeliyiz. 

Bir zamanlar sadece legolarıyla mutlu olan çocuum (geçen aydan)
Fakat bu huyu kazımamız baya zaman alacak biliyor musun? Oyuncak yüzünden keş gibi oluyor bu çocuk milleti. Ve her konuda böyle tabi ki. Ekran, abur cubur... Oyf ne yorucu. Bu nedenle üşenmiycen; çocuğun her anını, her baktığı yeri ve tüm dünyasını renklendirmiycen. Biraz boşluklar bırakıcan... Sıkılma baloncukları ve hiçbir şey yapmama saatleri olacak... Boş kutularla baş başa bırakıp oynamasını bekliycen.. Yok öyle her yeri doldurmak, renklere boyamak.

Bana kalırsa doğrusu legoyu öteki ay almak. Lego nasılsa boş oyuncak değil, yatırım. Ve yaza kadar kitap-dergi-boyalar dışında hiçbir şey almamak.

Yine çocuk büyütürken aynadaki yansımamla karşılaştım sayın gençler. Kolaycılık yaptığım günlerin sonunda, bir baktım oğlum da kolaycı olmuş benden 'zor' şeyler istiyor. Ya işte bazı şeyler domalmadan (terbiyeli anlamda) olmuyor :)

Not: Tabi ki hastayken çocuğa jelibon salatası ve nutella havuzu vermiyorum jasgajsfgakjf : )

Bugün ben yeşil çay, sen?


Benim içim geçmiş diyenlere: Wanderlust!

Benim içim geçmiş, kurumuşum diyen bir kadın karakterin, evliliğinde nasıl cinsellikten soğuduğunu, öbüşmeye mesafe koyduğunu, her ne zaman ...