12 Nisan 2017 Çarşamba

Ne zorum vardı da çocuk doğurdum?!

Anneliğin bazı günlerinde ben...

Soruyorum kendime.
Ne işim vardı analıkla acaba? Mis gibi serserilik filan, zaman geçiyordu.

Gerçekten merak ediyorum. Benim gibi hiçbir kurum ve kuruluş tarafından 'hadi artık torun yok mu' zorlamasına maruz kalmayan (daha doğrusu ciddiye aldığım kurum ve kuruluş), evlendiği insan kişi çocuk sahibi olmaya dair sıfır plan yapan, toplumun hiçbir beklentisine prim vermeyen biri olarak nerden doldum taştım ana olma isteğiyle?

Bir sabah uyandım ve o istek geldi diye hatırlıyorum. Abartısız. Ne zaman analıktan başım sıkışsa-şikayet etsem, o dönemlerimi iyi bilen annem omuzlarını silker, şöyle der; 'anne olmayı çok istedin'...
Annem hiçbir zaman bu isteğime anlam veremediği gibi kendisi ikinci çocuğu hiç düşünmemiş biri. Hatta sanırım birinciyi de düşünmemiş. Kısmet, evladım!

Fakat benimki kısmet değildi. Basbaya doktorla kafa kafaya verip geliştirdiğim bir organizasyondu. İstedim ve oldu. Çok sevdim, çok emek verdim, sevgim hudutlarını aştı, büyüdü büyüdü ve şuan inanılmaz şekilde hayatımın ta kendisi oldu çıktı. Onsuz bir hayat senaryosu yazamam. Fakat, yine de analık neden ister ki insan durduk yere? Nasıl böyle bir sorumluluğu almak isteyebilirsin?

Şaşırdığımız çok şey olabiliyor. Örneğin, cinsiyet değiştirme ameliyatları, dile yapılan piercingler, tüm vücutta dövmeler, yüzde 100 vegan yaşayanlar filan... Farklı yaşam biçimleri bizi şaşırtırken, ana olmayı istemek nasıl şaşırtmaz? Al sana çılgınlık, tut sana marjinal hayat!

Gözleri eşşek gibi iltihaplanmış bir insan bebesi, assla ama asssla o göz tedavisini yaptırmıyor ve sen peşinde yalvarmaktan bim poşetine dönüyorsun. Dil dökmekten buruşuk kuru üzüm oluyorsun. İnsan gibi açıklamaktan yorulup rüşvet teklif etmekten minder oluyorsun, o da yetmiyor ceza ile tehdit etmekten terliğe dönüyorsun. Çiş yapması gerekiyor- yapmıyor, çiş yapınca kalkması gerekiyor- kalkmıyor. Yemesi gerekiyor- yemiyor, yememesi gerekiyor- diretiyor. Bin kez anlatılan hayati kurala uyması gerekiyor- daşşak geçmek uğruna yapmıyor, ayakkabı giydirmiyor, ıslanmış üstünü çıkarttırmıyor, diş fırçalatmıyor, yüz yıkatmıyor, saç temizletmiyor- bu oluyor ve şu oluyor.

Yaş krizlerinde dipçik gibi olmalısın. Günlük hayatta örnek olmak için pırlanta gibi durmalısın. Hastalıklarda sabırtaşına bağlamalısın. Ağlamalara karşı sünger kesilmelisin. Küsmelerde minnoş civciv, inatçılıklarda kirpi olmalısın.  Sabahları her şey mükemmelmiş gibi yapmalısın, geceleri akşamdan kalmamalısın. Tatillerde bazen olaylara Fransız kalmalısın. Alkollü gecelerde şişenin dibini görmemelisin, hatta şişeyi bile görmesen daha iyi.

Peki soruyorum sana... İnsan neden anne olmayı ister? Derdi nedir insanoğlunun? Sevgilisiyle, sevdiği işle, tatlı hayatıyla her şey yolunda giderken... sabahları 'yaşamak ne güzeeel' diye uyanırken, önünde tamamen sana ait kocaman lezzetli bir hayat varken, hangi fısıltı gelir de girer aklımıza? Bizi baştan çıkaran duygu nedir?

İmza: Bunları yazıp da 'iki-üç çocuk daha yapsam ne datlı olurdu aslında' diye hayaller kuran garip insan kişisi.


İki sene önce fındığım


16 Mart 2017 Perşembe

'Çocuğum çok şanslı çünkü ben...'




Hali hazırda yarı pijamalı hayatım hala devam ediyor. Ne zaman eğitim / iş görüşmesi için evden çıkmak üzere olsam, ev çocuğunun kaka yapacağı tutuyor. Tek başıma toplu taşıma araçlarına bindiğimde aceleyle telefonumu açıyor ve ev çocuğunun fotoğraflarına baştan sona bakıyorum. Ve evet montumun cebinden en çok ev çocuğunun sümüklü mendilleri çıkıyor.

Kısacası elim bu kadar analık hamuruna bulanmışken, kendimi dışarıdan görebilmek ve değerlendirmek sisli bir hal. Ama olsun, ne demiştim- kendimi annelik maceramda onaylamak ve 'iyisin gızım aferin' demek istiyordum.

Evi Umursamamak
Analık maceraları için böyük adım sanki. Bana aferin çünkü bu evi dirlik ve düzen içinde tutmak uğruna bebemin eğlencelerini bölmüyorum. Gerekirse salonun ortasına büyük bir dağ yapmak için tüm yatak, yorgan, örtü, çarşaf ne varsa yığıyor. Ki benim gibi evdeki düzensizlikte nefes alamayanlar, ne demek istediğimi anladı. Evi kendi deney alanı yapsın, ortam sunuyorum. Buralarda hiç içime içime gıcık kaptığım, tiklendiğim, sivilce çıkardığım olmadı. Tam tersi ondaki iştah bendeki tatmin.

Kriz Anlarında Yumuşak Tepki
Çok gergin-acele-zor anlarda ev çocuğunun bazen saçma tutturmaları oluyor. Öfkeden gözüm dönebilir ya da oturup kahrımdan ağlayabilirim. Fakat ilginç bir şekilde böyle çaresiz anlarda bana aşırı bir gülme geliyor. Öyle bir gülme ki ev çocuğu da şaşırıyor, neden kızmadım acaba diye. Bu benim bir huyum yani garip anlarda gelen cıvıtık bir gülme hali. Delirmiş gibi değil de 'kopmak' gibi daha çok. Ama sanmayın ki zeki bir espiriye güler gibi. Neyse işte o gülme huyumun ben ekmeğini çok yedim. Annelikte en çok verim aldığım huyum diyebilirim. Çocuk inadı kırmaya ve 'vay be annemi eğlendirdim galiba' hissi vermeye birebir.

Ah Ne Varsa Bende Var
Duygu arası geçişlerim iyi. Örneğin ben meşgulken ve çocuk neşeli oynarken, kafasını bir yere çarptığında yetişme ve yatıştırma hızımla, o sırada kızgın olduğum çocuk özür dilediyse onu yeniden hoş görebilme ve kucaklaşma el çabukluğum güzel. Seri bir şekilde biçim alabiliyorum. Elele tutuşup keyifle bir şeyler okurken, uyku saati geldiğinde suiistimal edilemez bir disiplin haline bürünebiliyorum.

Eğlence ve Uyum
Üşenmiyorum. Sabah zıpçıktı gibi kalkıyorsa, ben de zıpçıktı oluyorum. Yorgan altı sohbet modu oluyorsa, ben de yanına kıvrılıyorum. Yağmurda sokak diyorsa, konum alıyorum. Kısacası, onun rüzgarını kovalıyorum. Balina ol diyor, kralı oluyorum- büyükbaba ol diyor, bıyık bırakıyorum, daha ne olsun?

Objektif Tutum
Durumlarla ilgili kişisel fikirlerimi koltukaltıma kakalıyorum. Bel altı yapmıyorum. Benim yıldızımın barışmadığı bir kişi onun ailesi ise, asla keyfime göre yönlendirme yapmıyorum. Bu bebeme saygımdan, onun kendi deneyimlerine heyecanımdan. Onun kulağına bir şeyler fısıldamıyorum yani. Her şeyi sıfır çizgisinde yansız tanıtıyorum. Bence benim gibi koca dünyayı bile kişisel algılayan biri için büyük beceri.

Seviyorum abi!
Ah ya bir de son olarak, çok seviyorum be! Ama bu sevgi davranışlarıma, bakışlarıma, yemeklerime, giydirmelerime, okumalarıma, oynamalarıma, sohbetime her şeyime taşan bir sevgi. Onu kendi sahiplenici, mülkiyetçi tavrımdan bile koruyan bir sevgi üstelik. Akıllı bina gibi akıllı sevgi diyelim adına. Saldım çayıra, mevlam kayıra değil. Naif duygularım var. Zarif fikirlerim var. Sevgim kadar saygım var.

Böyle madde madde yazınca, birden kendimi kocaman bir balina gibi hissettim gerçekten. Sarsılmaz, yıkılmaz, güvenilir bir ana! Ben bu özelliklerimle yeterim de artarım sanki. Arada yaptığım çömezlikler, acemilikler, salaklıklar da nazar boncuğum olsun.

Not: Bu yazı dünkü 'mim' girişimim üzerine yazıldı. Kendi analık aleminden anlatmak isteyenleri keyifli, bağdaşla, kahveyle dinlerim.

15 Mart 2017 Çarşamba

Annelere Çağrı!




Ey analar. Blog yazan analar. Blog okuyan analar. Eli mouse tutan, mobil avuçlayan analar.

Bakın ben 'annelere meydan dayağı' huyumuzdan çok sıkıldım. Hepimiz iğneyi de çuvaldızı da sadece kendimize batırıp blogcu anne itiraflar köşesine de başkalarını dedikoduluyoruz. Ben bugüne kadar iki kayınvalide bir de koca dedikodusu yapmışımdır oraya. Ama işin özünde derdim hep kendimle. Çocuk öksürüyor, benim içim buruşuyor. E, ne var yani, nolmuş? Uykusunda öksürüyorsa nolmuş? Bu bir canlı. Gepetto Usta mıyım ben de Pinokyo doğurayım? Yok efendim bu hafta yeterince lifli gıda yememiş. Dün çok fazla çizgi film diye tutturmuş.

Çoğumuzda görüyorum, daha çoğumuzda da hissediyorum- hepsi için günün sonunda faturayı kendimize çıkarıyoruz. Daha fazla 'şey' olmalıydım. Olayları 3 derece sağa yönlendirebilirdim. Keşke biraz daha az 'şey' olsaydım. Anne olmayı yeryüzündeki tüm suların örtücülüğünde görüp, her şeyi 'halletmek', konuyu 'çözmek', duyguları 'kaplamak' olarak hisliyoruz. Kelimelere dökerken bunları söylemiyoruz ama evet içimizdeki his bu. Kendimiz yetmiyor bir de babasını örtüyoruz. Biraz daha mı 'şey' olsan acaba? Bence çok fazla 'şeysin', olmaz bu kadar da. Çocuklar eldeki ebeveynle yetinmeyi bilmeliler. Tabi önce ebeveynler bunu bilsin. Malzeme bu. Bir deli olmadıkça ya da suiistimalci veya şiddet uygulayan filan bence tüm ebeveynlerin oluru var.  Öyle ya da böyle iyiyiz işte. Beceriyoruz, kıvırıyoruz.

Özeti: 'Ebeveynlikte kafayı yiyorsanız, bu işi doğru yapıyorsunuz'

Hele hele takipçililer? Siz de sıkıldınız mı onlardan? Sürekli her olayda anne azarlayan bu takipçililer. Profillerinden kendi örnek hayatından kesitler paylaşıp, 'bakın bana, siz de yapın böyle haydi' diyenleri diyorum. Anneler sanki bir kurumun köleleri de hepimiz aynı kurallara uymak zorundayız. Hepimiz aynı ruh ve eğlencede olucaz, hepimizin etki alanı, yetenekleri, istekleri, ufku birmiş gibi. Hepimiz aynı anneymişiz gibi. Allaşkına?

'Dur önce takipçilerime söyliycem'

Diyorum ki gelin bir de 'annelik maceramda en sevdiğim ben' konulu bir şey yazalım. Birbirimizin yeterli olan, günü kurtaran, olayları çözüveren iddiasız ama bizi gün sonunda gülümseten iyi yanlarını okuyalım.

Biraz da bunları konuşalım diyorum?
Ne dersiniz?

Bunu ister bir mim kabul edin, ister bir sohbet konusu. Merak ediyorum, sizin kendi anneliğinizde sevdiğiniz şey nedir? Hangi davranışınıza ya da halinize bırakın çocukları, sizin bile içiniz ısınıyor? Kendi anneliğinizin güvenli limanı neresi? Kendi anneliğinizde en çekici bulduğunuz yan nedir? Nelerinizle gurur duyuyorsunuz? Sizce neden çocuklarınız şanslıdır? Övelim, sevelim, destekleyelim ve mümkünse artık kendimizi böyle kabul edelim derim.

Kaç gündür aklımdaydı şunu sormak.  Gerçekten takip ettiğim anne yazarları ve beni okuyan- yorumlarda paslaştığım anneleri okumayı çok istiyorum. Lütfen bu notu okuyan kim varsa üzerine alınsın. Ben bu hafta yazıyorum, katılır mısın?

Ben şuan bi kahve madem.

Not: Bloğu olmayanlar yorumda da paylaşabilir bence. Çok da keyifli olur okuması.


Benim içim geçmiş diyenlere: Wanderlust!

Benim içim geçmiş, kurumuşum diyen bir kadın karakterin, evliliğinde nasıl cinsellikten soğuduğunu, öbüşmeye mesafe koyduğunu, her ne zaman ...