15 Mayıs 2020 Cuma

Var mıyım yok muyum? (yoğun doz çakma felsefe içerir)



Sabretmenin ata sporumuz sayıldığı, yaşadığımız çağda beklemeyi bile aceleyle yaptığımız bu günlerde evde geçen 'yavaş' zamanlarda, kendime şunu soruyorum:

'Acaba ben gerçekten var mıyım?'

Tam olarak var olduğuma herhangi bir kanıt bulamıyorum çünkü. İkna olmak zor. Evet bir yerlerde çevrim içi oluyorum, profil resminden durup bakan benim, işte benim yazdığım mesajlar- ama bu yalnızca bir veri iletişimi. Tam olarak var olduğumu kanıtlamıyor. 

Bazen pencereden silüetim beliriyor. Kellem aşağıdan geçen biri için orada öylece duruyor. Pimapene eklenti duran bir sticker gibi. Orada mıyım gerçekten?

Geçtiğimiz günlerde bayraklı belediye başkanı, konvoyla mahalleden geçerek halkı selamladı. Herkes pencerede kellesiyle online oldu. Ev çocuğuyla biz de salon penceresinden aşağı bakıyorduk ki başkan elini 'sadece başkanlara yüklenen bir aplikasyonla sallanacak şekilde' bize doğru sallarken, Demet Akalın'ın 'Diyarbakır'dan mı geldiniz, niye şarkılara katılmıyosunuz?' tepkisine eş değer şekilde, öylece boşluktan bize bakakaldı. Çünkü ona geri el sallamadan, sadece bakışlarımızı dikip baktık. Bilirsin belediye başkanlarının gelişiminde el sallama ve alkış yapma ilk 12 ayda önemli. Öylece durup ona baktık. Tek bir mimik yapmadan. Sonra buna çok güldüm ben. 

Neyse ne diyordum? Gerçekten var mıyım? Felsefenin temel sorularından biri bu değil mi? Hatta felsefeyi, tam olarak hayatımıza bu yüzden alır gibi yapıp sonra hızlıca terk ediyoruz. Çünkü insan varlığını bazen sorgular bazen de varını yoğunu kendini unutmaya adar. Bunu diyorum ben de. Var mıyım acaba? Çünkü etrafta olduğuma dair hiçbir belirti yok. Bak iyi düşün, belki sen de yoksundur.

Dışarıya çıkarken maskeyle çıkıyorum, kim kanıtlayabilir o kişinin ben olduğunu? Yani ben aslında olmayabilirim. Pazarda soğan alırken, adım çoğunlukla 'abla'. Ama etrafta abla çok, bu da beni tanımlamıyor. En çok beraber olduğum insanlar evdekiler. Anne, baba ve çocuk. Çevremizdeki diğer anne-baba-çocuk konseptiyle hiç görüşmediğimiz için, aslında isimlerimizin de önemi kalmadı. Anne diyince tek bir kişi kastediliyor, o da ben. Ne zamandır herhangi bir yere kayıt da yaptırmadım: Dişçi, konser ya da bir tatil. İsmimi bir yere yazdırmadım, ortaya eylem yok. Gördün mü yine yokum aslında.

Konuyu Descartes'in formülünden ele alalım: Düşünüyorum, öyleyse varım.

Düşünüyor muyum bilmiyorum ama düşünen birini düşünüyorum. Bu tam olarak düşünmek sayılmaz. Düşündüğüm şeyler de var. Örneğin ne zaman uyusam, ev çocuğu kakasını yaptı mı? Bu olmadı. Hadi Kahve daha farklı şeyler düşünemez misin? Varlığımın karşılığını ancak düşüncede bulabilirim. Bunu yapabilirsem her şey çok iyi olacak. Tam 3 yüz yıl önce adamın teki böyle dedi diye, inanmak zorunda mıyız ya? Ne demek düşünüyorsam varım. 

Şunu da yapamayız aksi gibi:

5 set plank (check yapıldı)
3 set squat (check yapıldı)
Halıyı sil (check yapıldı)
Şüpheci şekilde gerçeği düşün (düşünemedi)

Ne zaman düşünmek için otursam, içimden bir kuvvet- kakam gelmiş de çıkarmak istermişim gibi (çok kakadan bahseden bir yazı oldu pardon) telefonuma göz atmak istiyorum. Aslında telefonum kırılsa ya da kaybolsa, belki düşünmeye devam edebilirim. 

Pandemi bizi anonim yapmış olabilir. Hepimiz isimlerimiz yerine, 'kadın insan, adam insan ve çocuk insan' olarak kimliksizleşmişizdir belki. Birbirini hiç tanımayan, bambaşka kültürden insanlar bile pandemi çıktığında en çok tuvalet kağıdı aldılar. Bir uyanık kendileriymiş gibi, en çok tuvalet kağıdı almak. Düşünsene bir insanın kendi içinde yaptığı en sinsi plan buymuş: 'Gideyim de toalet gağıdı alayım' (İsveçli de olsan böyle Karaköylülü olsan da)

Var olup olmadığım hakkında ipucu toplamaya devam edicem. Beni gören, duyan olursa lütfen kanıtlarıyla bana yollasın.



7 Mayıs 2020 Perşembe

'Çocuklar dünyayı yönetsin' önerisi


Dünyayı çocuklar yönetmeli diyen var. Ahajkgad.. Aklına son anda işe yarar bir fikir gelmiş gibi:

Aslında var ya bu dünyayı çocuklar yönetmeli.. ah o çocuklar, masumiyet.
Dünya barışı olurdu.
Çevre kirliliği diye bir şey olmazdı.
Açlık olmazdı, herkes gönlünce mutlu olurdu.

N.h öyle olurdu. Bencillik, rekabet, birinci olma hırsı, glukoz şurubu bağımlılığı, aynı çizgi filmi tekrar tekrar izleme sapkınlığı, çöplerini öylece ortada bırakma, kural tanımama gibi birçok sebepten ötürü dünya bok içinde kalırdı.


Bu, benim gibi düz anlayan biri için fazla zor. Çocuklar diyorsun. 6 yaşında bir çocuğum var. Geçenlerde babasıyla şöyle bir diyaloğuna şahit oldum. Babası sabunluğa, sabun doldururken (böyle bir ev işi var gerçekten) onu izleyen ev çocuğu:

'Baba, üzerinde zey tiin yağğ lııı yazdığını okudum'
'Aferin oğlum, evet zeytinyağlı sabunmuş bu'
'Yani içinde zeytinyağı mı var?'
'Zeytinyağlı sabun'
'Yani zeytinyağı'

6 yaşında sonuçta. Çocuk neyse o. Çocuklar her an yetişkinlere gizli şifreler verebilen, dünyayı gerçekçi şekilde algılayan fark edilmemiş filozoflarmış gibi inanmak isteyen varsa, malzemesi bol bir sanrı. Ama benim dünyayı çocukların yönettiği bir ütopyayı hayal etmeyi hiç içim almaz, hatta bırak dünyayı- kahvaltıyı bile yönetmesini istemem.

Çocuklar dünyayı yönetseydi çevreyi koruma, sevgiyi ön plana çıkarma, adalet ve barışın elden ele yayılması gibi gelişmeler yaşanmayacaktı, bu bilinsin. Şunlar daha makul tahminler:

Memeden ayırma süresi 5 yıla yükseltilecek.
Anneler ve babalar baş başa değil, ortalarına çocuğu alıp yatacaklar.
Çocuklar kakasını her gün yapmak zorunda değildir. 
Şişman birini görünce, onun şişman olduğunu söylemek ayıp değildir.
Kilodumu ayda bir değiştirebilirim.
İstediğim saatte uyuyabilirim.

Sonra da ertesi gün Rusya ile görüşme yapsın diye uyandır o çocuğu uyandırabilirsen. Bir de hangi çocuğun hangi ülkeyi yöneteceği sorunu var. Kimse Palau, Metonya ya da ne bileyim Gürcistan'ın filan başına geçmek istemez ki. Hemen hepsi Disneyland- Legoland sebebiyle Amariga ya da yemekleri (pizza) hasebiyle de İtalya'da yığılma yaşar. Müzakere günlerinde gerekli disiplini sağlayamayacakları için anlaşmazlık içeren konularda uzlaşamayacaklar ve kaos çıkacaktır (bu noktada öğle uykusundan hemen sonra, atıştırmalık saatinde müzakere programlamak mantıklı olabilir) Ülkemizdeki görev dağılımını düşünelim.. Ankara'da görev yapan bir çocuğa orada neden deniz, plaj, kum olmadığını açıklayamazsın- yaygara çıkarır, sümüklerini üzerine bulaştıra bulaştıra ağlar. İzmir'i düşününce de Çiğli diye tutturan olmayacaktır, yine kalpler fuara yakınlığı ve eğlencesiyle bilinen Alsancak diye atacaktır. Zor yani.

Ha illa 'olacak o kadar' solculuğuna bağlayacaksak, bak şunları söyleyelim, folklorik olsun.

Rüşvet, yalakalık, politiklik, riyakarlık, iki yüzlülük olmazdı. Bizimkinin mesela en azından okuma alışkanlığı var, matematik hesabı yapabiliyor- (oo inceden Berat Albayrak eleştirisi?) Ama aklı işlevsel olarak kullanamayan masum zeka hiçbirimizin işine yaramaz, artık salalım bu çocuklar dünyayı yönetsin düşüncesini, hadi he?

Olası senaryoya devam edelim:

Mesela Hot Wheels Bakanlığı mutlaka olurdu.
Salıncak Sırasına Girenler Kurulu
Dondurma İdaresi Başkanlığı
Makarnama Dokunma Yasası
Uluslarası Karlar Ülkesi Müzesi.

Yani sanıldığı gibi savaş uçaklarının olmadığı bir dünyayı unutun. Belki savaş teknolojisine bütçe ayırmak aklına gelmezdi hiçbirinin ta ki ülkesine ilk savaş uçağı gönderilene kadar. Sıraa ben deee, ben deee, ben de yollucaaaam! tepkisi kaçınılmaz. 

Çocuklar dünyayı yönetsin, her şey ne güzel olurdu diyenlerin Adolf Hitler'i bile özleyeceklerinden eminim. Söyleyeceklerim bu kadar.






19 Aralık 2018 Çarşamba

Annelere el vermeyin!

Sana da oluyor mu bilmem. Çocuklu kadınım diye bana bi panik, bi hassasiyet.

'Çocuk var tabi canım ya, yapamaman normal'
'Annesin sen, yorma kendini'
'Bak Kahve sen hiç kıpırdama, ben geleyim tamam mı? Otobüse binme sen, çocuk var'
'Hayatım kolay mı senin işin, yazık sana da ya, ağlasana biraz, rahatlarsın'

Hayır hiç de yakınan biri değilimdir. Pardon, arada yakınırım tabi ama konu genelde çocuk, koca, ev işleri üçgeninde olmaz. Hatta son 2 senedir, sohbetimde çocuğu malzeme olarak bile kullanmıyorum. Hiçbir yerden geri kalmıyorum, her boka burnumu sokuyor, canımın istediği planı yapıyorum. Yine de kutsalım yine de demincek doğum yapmış taze anne yaftasını alnımda taşıyorum. Yani, şey desem yerler: 'Çocuk uyutmadı akşam hayatııım, ay memeden ayrılmadı, canım da çok fena erik aşerdi, alıp gelsen, biraz da çocuğu kucağında sallarsın?' 

Belki hemen taksiye atlayıp gelmese de 5 yaşına gelmiş danacıkla ilgili böyle konuştuğum için beni delirmiş bulmaz.

Ne zaman böyle olduk diye düşünürken, kendime tahmini bir tarih verebildim. Anneliği trend mesleğe oturttuğumuz yıllarda başladı bu. Benim lise yıllarım. Bu temada karikatürler, istatistik bilgiler (bir anne günde kaç saat çalışıyor?), şiirler ve ciddi uzman demeçlerinin medyada yer almasıyla bizlere anneliğe saygı duymanın, namaz kılmakla eş değer sevap puanı kazandıracağı fikri aşılanmıştı. Çünkü ülkede konuşulmayan konu başlıklarından en büyüğü, kadınlardı. Derin bir boşluk... Konuşuldu ama yine acıklı ve dramatik tonda. Aslına bakarsan, blogcu anne'ye kadar bu konuda gerçekçi içerik üreten kimse olmadı. Bence. 

Bir toplantı yapıcaz örneğin. Ama senin çocuk var, zor olmayacak mı senin için? Şimdi bu sorunun empati yapmakla ilgisi olduğuna ben inanmıyorum. Karşında engelli bir birey olsa da aynı şeyi söyleyebilir misin? Ailesi çok muhafazakar biri olsa? Anksiyetesi olan biri?

Canım sende panik atak vardı, tutmasın orda krizin?

Arkadaşlarınla oturmuş, geyik çeviriyorsun. Sonra konu, içinde kalan- yapamadığın birkaç hayaline geliyor. Bu hayalini yapamadıysan anne olduğun için değil, totonu kaldırıp gerçekleştiremediğin için yapmamışsın. Ama içlerinden biri dudak büzüp, sana güya el veriyor: 'Canım ya, annesin sen, tabi ki yapamaman kadar doğal bişi yok hödö hödö'

Birine saygı duymak, ondan öyle bir talep gelmediği halde, o kişiyle ilgili yersiz kibarlık yapmak değil, unutalım bunu. Saygı duymak, karşındakini yetişkin yerine koymaktır. Bırakın, insanlar kendi yapabilecekleri / yapamayacaklarıyla ilgili gereken bilgiyi, ihtiyaç varsa, paylaşsınlar. 

Hepimizin hayatı öyle ya da böyle zor. Baş etmek ya da zorlanmak, kendi merdiven altı çabamızla ilgili. Bugüne kadar olanın tam aksini söylemek istiyorum: Anne olana el vermeyin. Anne olana gün verin. Yani normal randevu. Kime nasıl uygunsa öyle buluşun. Kimse kimseye lüzumsuz kibarlık yapmasın. Virüslü değil o, çocuklu.


annelerin de boş geçen, anlamsız zamanları vardır. bazen de böyle boş ve anlamlı!

25 Eylül 2018 Salı

Ebeveynliğin neredeyse 5. yılında hala acemisi olduğum işler

Ne sanıyordun Kahve? Aslında ebeveynlikte sonunda öğrenebildiğim şeyler olduğu için sevinmem lazım. Çünkü biliyorsun sürekli güncelleme geliyor çocuk evrenine. Ay ve haftalar içinde değişimi geçtim, aynı ailedeki iki çocuğun gelişim süreci bile çok farklı olabiliyor. Kısacası bu anneliğin uzmanlaşma şansı yok blog. Uzmanlaştığn şey, bir ilacın kullanımı ya da ne bileyim işte hangi yemeği hızlı hazırlarım, oyun seçenekleri, iyi okul nedir sorunsalı vs.

Benim hala acemisi olduğum başlıklar. TadadaDAM!

1) Çiş Yaptıramamak

İstediğim kadar işi iyi kıvırayım. Tek başıma bir sürü badireler atlatayım çocukla, yine de bi çişe yollayamıyorum iyi mi? Yok anacım, hala ikna etmenin yolunu bulamadım. Her sabah 72 dakka 'hadi oğlum çiş, el yüz yıkama' çilesi. Bazen sonu ağlamayla bitiyor. Bazen ikna oluyor ve bu kısmı ilginç bak: uzun uzun şarıl sarıl işiyor. Yani o çiş var, orada duruyor, peki neden beni yalvartmak?

2) O Balığı Yedirememek

O balığı yemiyor arkadaş. Ne yapsam yemiyor. Yerdi bu çocuk. Daha 1 buçuk yaşındaydı. Bir gün yanlışlıkla minik minicik bir kılçığa denk geldi ve DAN! Yıllardır yemiyor anasıngo satango. Bu konuda ne yapsam, ne hileler kullansam, üst akıl seviyemde çareler düşünsem bile ıı-ııh. Olmadı yar. O gün bugündür ne zaman balık yiyen çocuk görsem bir yıldız kayar gökyüzünden, gözlerim dolar, akşamına mutlaka kederlenirim.

3) Parmak Konusu

Konuşuyoruz, harekete geçiyoruz. Ama maalesef henüz bıraktıramadım parmak emmesini. En azından sadece uykuda yapıyor. Uykuya geçişte, uyanıkken emmeyi bıraktı. Bu konuda bir uzmanlık sağlayamadım, hala acemiyim. Kaçırıyorum fırsatları, rehberlik edemedim. Birkaç kez güzel fırsat geldi elime, değerlendiremedim. 5 yaş doğum gününe kadar çözebilsek ne iyi olur.

4) Kriz Yönetememek

Bu konuda hala üst level olamadım, olacak gibi de durmuyorum, olanlar var görüyorum, gözümden kaçmıyor. Hasta olduğumda, tatile çıkarken, ne bileyim ekstra bir hareketlilik-olağandışılık varken, baya bi taklaya geliyoruz. Aş olmuyor evde aş. Açlık oyunları dönüyor evde. Sabahtan kalma simiti koparıp duruyor herkes, mutfağa gire çıka. Simitin sonuna doğru bi yarış başlıyor, kim koparacak diye. Dışardan mı söylesek, annemde yemek var mıdır seçenekleri de gözden geçiriliyor illa ki. Saçma usül makarnalar ya da beynir ehmek felan da aş niyetine yenilebiliyor. Olur öyle deme blog, ben kriz zamanlarında çocuğu yıkayamadığımı, artık yavrumun kafa kokusunu buram buram aldığımı bilirim ajgfaghagf.

5) Ağlama Nöbetleri

Kaç yıllık anneyim, hala çocuğun hangi klasmanda ağladığını çözemiyorum. Bazen aşırı yorgunluk ağlaması oluyor, o zaman derdi kucak oluyor, sarılınca sakinliyor. Hastaysa, uzatarak ağlıyor ve kesinlikle uyku istiyor. Uykusu varsa, mızırdanmalı tür dediğimiz ağlama ve alınma hali oluyor, o zaman da duşunu aldırıp uykuya geçiş yapmak lazım, saat erkense bile kitap okumak filan lazım. Bir bakıyorsun açlıktan ağlıyor ama aklına aç olduğunu söylemek gelmiyor, bu ihtimali göz önünde bulundurmak lazım. Bunun için aç mısın evladım sorusu yetmiyor, önüne aş koymak ve geri çekilip izlemek lazım. Durmaksızın yerse ve aniden neşelenirse, doğru hamle. Zamanında anlamazsan ve gecikirsen vay halime. Erken menapoz sebebi.

Daha düşünsem neler çıkar neler. Aklıma geldikçe eklerim.

20 Eylül 2018 Perşembe

Dünyamın Küçüldüğünü Anlamama Yardımcı Olan Şeyler

Dünya kocaman bir yer. Metaforik olarak düşünce sistemimizi ne güzel temsil ediyor, dünya ifadesi. Şöyle bir düşünüyorum da bazen dünyam çok küçük oluyor. 'Ay onun dünyası çok küçük' dediğin insanlardan biri de ben oluyorum. Senin olmuyor mu? Dünyam küçüldükçe, bazı ön belirtileri fark ediyorum. Bu yazıda tam da bunları derliycem blog.

1- Empati yoksunluğu

Maalesef dünyası küçülen her insan gibi ben de farklı açılardan bakabilme esnekliğimi yitiriyorum. Sohbet ettiğim insanların arkasından 'niye öyle yapmış ki, çok saçma' şeklinde iç gıybetler döndürüyorum. Başkalarının tercihleri, istekleri, yaşam biçimleri bana çok da şey gelmiyor. Çok da şey. Anladın işte. Kendi perspektifimden değerlendiriyorum, yargılıyorum çünkü. Onun cephesinden, evrensel bakış açılarından bakma özelliğimi kaybediyorum.

2- Aynı yüzler aynı geyikler

Dünyam küçülünce, hep aynı çevreden oluşan bir güruhla iletişimde olduğumu fark ettim. Örneğin, parktaki anneler babalar. Konular aynı, geyikler aynı, orda patlayacak espiriler aynı.. Çile gibi. Ama oldukça güvenli ve çalıştığım yerlerden tabi. Küçük dünyamda kendimi güvende hissedebiliyorum öyle zamanlarda.

3- Yeni şeylere üşenme

Sarı çizgiyi geçmek istemiyorum dünyam küçülünce. Bildiğim sınırların dışında herhangi bir şey yapmak istemiyorum. Yeni bir aktivite her zaman 'sorun olma ihtimali' taşıyor. Kesin hasta oluruz, düşeriz, kaza yaparız, mahvoluruz şeklinde standart bahanelerim devreye giriyor ve müthiş bir şekilde benim yeni şeyler denememi engelliyor.

4- İçimde sıkıntı var klişesi

Bunu bildin mi? Ay içimde bi sıkıntı var... Bunu dönem dönem hepimiz dedik. O içimizdeki çıbanımsı sıkıntının aslında 'dünyası küçük insan' duygusu olduğundan eminim. Bunun sebebi yaşamında inişler çıkışlar, uç hisler ya da farklı deneyimler olmamasından. Kendi dünyasındaki minik zaferler yeterli geliyor ona. Ah seni küçük dünyalı..

5- Kendini ayıplamak

Bu aslında küçük dünyalılığın katilidir. Zamanı geldiğinde, kişiyi küçük dünyasından koparıp atacak tek aşamadır. Küçük dünyalı kişi başkalarına empati geliştiremediği gibi, kendisiyle de empati kuramaz. İlgisiz ve sınırlayıcı davranmaya kalkar. Kendisini küçük dünyasına yaraşır şekilde, düz - sorunsuz- olduğu kadar görmek ister. Ama hayat! Daha fazlasını istetir bize, değil mi? O zaman gelsin sorgulamalar, yağsın kişisel gelişim kitapları, dolsun taşsın insanı anlama arayışları, coşsun empati yaklaşımları...

Dünyam küçüldüğünde, kendimde hissettiklerim bunlar. Bende dönem dönem oluyor. Kısa sürüyor çünkü ben kendini ayıplama aşamasına hızlı geliyorum akjdgaag. Fakat ne zaman yerel duygularımdan evrensel bir platforma sıçrıyorum, düşüncelerim şehirlerarası çalışıyor, meraklarım uluslararasına taşıyor; işte o zaman ben dünyamı çok seviyorum.

Yakınlarda küçük dünyamdan kurtulma yöntemlerimi yazayım. Sevdim bu içsel dökülmeleri.


Not: Gün içinde yine yorumlara damlıcam <3

12 Eylül 2018 Çarşamba

Türk filmi replikleriyle ebeveynlikte ilk 4 yıl



Ebeveynlik, hangi sanatla daha iyi ifade edilir, dersen, kesinlikle sinema. Özellikle Türk sineması, bütün annelik dilini bir çırpıda özetleyen repliklerle dolu, yol gösterici, eğitici bir platform.

Gel, beraber inceleyelim.

Anneliğin siftahını yaptığımız o kutsal olduğu iddia edilen bebeğimizle tanışma anında sinema dilinde aslında neler söylemek isteriz?

Çeşitli Türk filmlerinden:

Doğum

'Oh ne saadet' (doğum bitti)
'Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da..' (fakat memeyi almıyor?)
'Hayır Tamer.. olaylar sandığın gibi değil' (emzirmeye çabalarken, eşin gözünden tüm çekiciliğini yitirmiş gibi hissetmek)
'Az kazanıyorum belki ama namusumla, alnımın teriyle kazanıyorum' (pompayla süt sağmaya çalışırken)

6 Aylıkken

'Benim de senin yaşlarında bir oğlum vardı evladım' (uykusuzluktan evde bebeği tanımamak)
'Nolur gerçeği söyleyin doktor, yaşayacak mıyım?' (bebek için gidilen rutin kontrollerde, doktora sorulmak istenen)
'Bu ses.. bu ses, olamaz.. git, git burdan...' (12. kez uykuya geri döndürülen bebeğin, 13. (pardon 14 müydü? ) yeniden ağlayarak uyanması')

1 Yaş

'- Bundan sonra ne istersem yapacaksın, yoksa kendimi öldürürüm, sebebinin de sen olduğunu mektubumda yazarım. - Hayır yapamazsın, yaparsan seni öldürürüm. ' (bi yese ve bi düzenli uyusa, her şey çok güzel olacak, derdi ne bu çocuğun, mahsus mu yapıyor?)

'Söyle kaç para istiyorsun?' (uyumuyor ya, neden ya?)

'Samet onu seçmişti, babasını seçmişti' (baba-ba-ba seslerini çok seviyor, taksicilere baba diyor)

'Vücuduma sahip olabilirsin ama ruhuma asla' (tohalete gidemiyorum yhaa)

2 Yaş

'Karda donmak üzeresin, uyumak sana tatlı geliyor ama sen ölmek üzere olduğunu farkında değilsin' (başlarım 2 yaş sendromuna oğlumm sarkma ordan aşaa, çok tehlikeli, aaa koşma aniden yola arabalar varr)

'- Baba düşündüm taşındım, ya bana ismeti alırsın, ya da çeker giderim bu evden. - Hayır, şimdi gideceksin, defol evimden. - Baba istemiyorsan gitmiyim.' (hayır diyince geri adım atmak yoktu diymi, çikolataya hayır dedik bi kere, napsak kafasını da vuruyor marketin raflarına, gel gofret alayım mı hığğ)

'-Neden ağlıyorsun annecim? -Hayır ağlamıyorum yavrum gözüme toz kaçtı' (bezi bırakana kadar yerlerde hep çiş sızıntısı mı olacak böyle amk, neyse kızmıyoruz diymi, travma filan hani?)

3 Yaş

'Sen mi büyüksün, ben mi büyüğüm, ben yaşar usta, sen benim yanımda bir hiçsin anlıyor musun' (artık ipleri elime alıyorum, disiplin lazım, ne demek her gün yatağımıza gelmek?)

'Yok be anne bu benim baryamım değil, benim baryamımı ben gözünden tanırım, erif baktımı gözümün içine, içim titrerdi, canım erifi çekerdi' (çocuk yine hasta, huyu bozuldu, değişti, gitti lokum gibi çocuk)

'Seni hiç sevmiyorum süt oğlan.. babanı da sevmezdim zaten' (huylar babaya çekmiş, ay yok kayınvalideye çekmiş)

'Olmadı Neriman.. Yapamadım, seni unutamadım' (kreşten alırken, ilk günler)

4 Yaş

'Gulyabani diye bi'şey yoktur, olamaaaaz, ama olabilir deeee' (hayalet ne, canavar ne, allah ne, ölüm ne, camide nabılır, kadın erkeğin dudağından neden öber, ben de sizinle evlenecek miyim soruları karşısında)

'Evlenince pembe panjurlu evimiz olacak' (bu gece erken uyursa, dizi keyfi yapıcam)

'Yıkıl karşımdan' (bu yaşta merdivenlerde kucak istediğinde)

'Adam sanmıştım seni, meğer et parçası peşinde koşar dururmuşsun' (merdivenleri ceylan gibi sekerek çıkmasını, göz hizasına inip kurduğum doğru iletişimden zannederken. meğerse bi dondurma daha fazla yemek için (ya da çıkarında ne varsa) yaptığını anladığımda)

'-Hayattaki idealiniz nedir? -Hayatta bir idealim yok, televizyonun taksiti bitsin, inşallah onu da alıcaz' (ay bi büyüsün de)


***
İşte ilk 4 senenin özeti böyleydi. Bakalım gelecekte bizi hangi türk filmi klişeleri bekliyor?



Replikleri hafızamdan yazmadım. Ekşi Sözlük'ten faydalandım. 

Benim içim geçmiş diyenlere: Wanderlust!

Benim içim geçmiş, kurumuşum diyen bir kadın karakterin, evliliğinde nasıl cinsellikten soğuduğunu, öbüşmeye mesafe koyduğunu, her ne zaman ...